Yürürlüğe Giren Yanlış Bir Uygulama: Şirketlerin Kendi Aldığı Hisselere Kâr Dağıtımı Stopajı

Yürürlüğe giren yanlış bir uygulama: Şirketlerin kendi aldığı hisselere kâr dağıtımı stopajı

01.07.2012’de yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 379. maddesinde “şirketlerin esas veya çıkarılmış sermayesinin ancak %10’una kadar olan kısmını iktisap edebilecekleri” hükmü yer almaktadır. Söz konusu bu yasal düzenleme, yani şirketlerin kendi hissesini iktisap etmesi esas itibarıyla Sermaye Piyasası Kanunu’nun 22.maddesi ile de getirilmiş bir düzenlemedir. Bu düzenleme ile halka açık şirketlerin kendi hisselerini satın almalarının önü açılmıştır. Bu madde Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 23.08.2013 tarihli 29/954 sayılı Kararı ile “Şirketin geri almış olduğu payların elden çıkarılmasına ilişkin sürelerin ve oranların belirlenmesinde 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanır.” şeklinde değiştirilmiştir. Yani TTK daki düzenlemelere atıfta bulunularak madde hükmü iptal edilmiştir.

TTK’da yapılan bu düzenleme ise Kanun gerekçesinde Avrupa Birliği ile uyum anlaşmaları çerçevesinde değerlendirilmiş ve ortaklıklara yönelik 2’nci yönergesiyle uyum içinde bulunan bir düzenlemeye bağlanmıştır. (6102 sayılı TTK Genel Gerekçesi madde 379 2. Fıkra) Buraya kadar anlatılanlar anlaşılabilir makul ve mantıklı bir düzenlemenin sonucu olarak değerlendirilmektedir.

Öte yandan, son yapılandırma kanunu olan 7256 sayılı Torba Kanun ile birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bir düzenleme yapıldı 7256 sayılı Kanun’un 17’nci maddesiyle 193 sayılı Kanun’un 94’üncü maddesine üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen hüküm ile “Tam mükellef sermaye şirketlerinin iktisap ettikleri kendi hisse senetlerini veya ortaklık paylarını,

i) Sermaye azaltımı yoluyla itfa etmeleri hâlinde iktisap bedeli ile hisse senetlerinin veya ortaklık paylarının itibari değeri arasındaki fark üzerinden sermaye azaltımına ilişkin kararın ticaret sicilinde tescil edildiği tarihte,

ii) İktisap bedelinin altında bir bedel karşılığında elden çıkarmaları hâlinde iktisap bedeli ile elden çıkarma bedeli arasındaki fark üzerinden elden çıkarma tarihinde,

iii) İktisap ettikleri tarihten itibaren iki tam yıl içerisinde, sermaye azaltımı yoluyla itfa etmemeleri veya elden çıkarmamaları hâlinde ise iktisap bedeli ile hisse senetlerinin veya ortaklık paylarının itibari değeri arasındaki fark üzerinden iktisap tarihinden itibaren iki tam yıllık sürenin son gününde dağıtılmış kâr payı olarak, anılan tutarlar üzerinden %15 oranında vergi tevkifatı yapacaklardır.

Söz konusu düzenleme ile 2012 yılında TTK’da yapılan düzenleme için bir milat belirlenmiş ve 7256 sayılı kanunun yürürlüğe girmiş olduğu tarih olan 17.11.2020 tarihinden önceki işlemlerde kâr payı olarak dağıtım kabul edilmeyip %15 oranında stopaj yapılmazken, kanunun yürürlüğe girme tarihinden sonra yapılacak bu işlemler için (hisse senetleri ve ortaklık payları için) dağıtılmış kâr payı kabul edilip yüzde 15 oranında vergi tevkifatı yapılacaktır.

Yani aynı işlem için 17.11.2020 öncesi için %15 oranında stopaj yokken bu tarihten sonrası için %15 oranlı vergi belirlenmiştir. Söz konusu hisse iktisabı, dünya uygulamalarında halka açık firmalar için olması gereken bir zorunluluk olarak değerlendirilirken, Avrupa Birliği uyum sürecinde bizde de zorunlu uygulama haline gelmiştir. Şimdi ise söz konusu uygulamadan vergi alınarak bize göre uygulama amacından saptırılmaktadır.

Vergilendirme işleminde milat belirlenerek öncesi ve sonrasının belirlenmesinin dışında, müessesenin amacına uygun olmayan bir şekilde vergilendirilmesi sanırız çok fazla ihtilafa neden olacaktır. Konuya ilişkin 7256 sayılı torba kanun yayınlanmadan önce yapılan eleştiriler dikkate alınmaksızın sadece vergi geliri elde etmek amacıyla yapılan bu yasal düzenleme uygulamada birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Çünkü söz konusu uygulama esas olarak halka açık şirketler için getirilmiş olup, bu şirketlerin halka arz edilen hisselerini geri alabilmeleri sağlanılmıştır. Yani bu uygulama SPK için bir ihtiyaç, Avrupa Birliği uyumu için bir zorunluluk, Maliye Bakanlığı için ise vergi olarak değerlendirilmiştir. İhtiyaç ve vergi birbirleriyle çatışan iki kavram olmaları nedeniyle ihtilaflarda kaçınılmaz olacaktır.

“Anonim Şirket Ile Limited Şirket Arasındaki Fark Azaldı” – “Merkezi Kayıt Kuruluşu’na (MKK) Bildiri

Anonim şirket ile limited şirket arasındaki fark azaldı

Resmi Gazete’de 31 Aralık 2020’de yayımlanarak yürürlüğe giren torba yasa ile hamiline yazılı hisse senetlerinin kayda alınması ve bunların el değiştirmesini Merkezi kayıt Kuruluşu’na (MKK) bildirim yükümlülüğü getirilmesi ile Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) anonim şirket uygulamaları yok sayıldığı kaydediliyor. Güncel Grup Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Sezer, terörün finansmanının önlenmesine ilişkin hükümleri de içeren Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun’un Türk Ticaret Kanunu ile ilgili hükümlerini DÜNYA için değerlendirdi. Sezer, TTK uyarınca AŞ’lerde pay devrinin şekle tabi olmadığını belirterek,

“Bunun tescil ve ilanının zorunluluğu yoktur. Bu uygulama Ticaret Kanunu amir hükümleriyle belirlenmiş olup, Anonim şirketlerin sermaye şirketi olmasından kaynaklanan bir zorunluluktur” dedi.

Sezer, MKK’nın altyapısının da böylesi bir uygulama için hazır olmadığını söyledi. Bu uygulamanın, pay devri açısından AŞ ile limited şirket arasındaki en büyük farkı oluşturduğuna dikkat çeken Yılmaz Sezer, “Çünkü limited şirketlerde pay devrinin noterden yapılması ve tescil ve ilan edilmesi zorunluluktur. Anonim şirketler için var olan bu uygulama nama ya da hamiline yazılı hisse senetleri için değişmemekte her ikisi için de aynı işlem uygulanmaktadır” diye konuştu. Anonim şirketlerde pay devirleri için şekil ve tescil şartı getirilmesinin, anonim şirketlerin hisse devrinin ruhuna aykırı olduğunu ve dolaylı olarak hamiline yazılı hisse senetlerinin uygulamasına son verildiğini belirten Yılmaz Sezer, “Bu nedenlerde uygulamada buna ilişkin sorunlar yaşanılması kaçınılmaz olacaktır. Her şeyden önce bu düzenleme ile mevcut Ticaret Kanunu hükümleri ve anonim şirket uygulamaları yok sayılmıştır” diye konuştu.

50 bin liralık sınır artırılmalı

MKK’nın altyapısının da böylesi bir uygulama için hazır olmadığını söyleyen Sezer, bunun oluşturulmasının da zaman alacağını belirtti. Uygulamada sermayenin tamamının ödenmediği sürece hamiline yazılı hisse senedi çıkartılamadığına dikkat çeken Sezer, “Bu düzenlemeyle kötü niyetli kişilerin şirket kurup hamiline yazılı şirket hisseleri ile şirketi dilediği gibi yönetmesinin ya da naylon fatura ticaretinin önüne geçilmesi amaçlanıyor ise AŞ kuruluşundaki komik bir rakam olan 50 bin liralık sınır artırılmalıdır” ifadelerini kullandı. Sezer, bu uygulama ile iyi niyetle iş yapmak isteyen kişilerin, kolay hisse devir işleminden mahrum kalacağının altını çizdi.

Meslek Mensuplarının (SMMM – YMM) Kabulleri Azaldı!

Meslek mensubu tanımı ile 3568 sayılı yasa ile yetki almış ve faaliyet gösteren Serbest Muhasebeci Mali Müşavirleri (SMMM) ve Yeminli Mali Müşavirler (YMM) kast edilmektedir. Söz konusu meslekler kariyer meslek olup, mesleğe giriş ve çalışma usul ve esasları 3568 sayılı Meslek Kanunu ile düzenlenmiştir. Şu an ülkemizde yaklaşık 120.000 SMMM ve yine yaklaşık 5 bin kayıtlı YMM bulunmaktadır. Meslek mensupları mükellefler ile Hazine ve Maliye Bakanlığı arasında köprü görevini başarı ile yerine getirmektedir.

Bize göre meslek mensupları ücretlerini mükelleflerden alsalar ve mükellef adına hareket ederek çalışsalar da daha çok kamu adına hizmet vermektedir. Maliye idaresi birçok konuda meslek mensuplarından destek almakta, yapılacak iş ve işlemlerin meslek mensupları aracılığı ile yapılmasını istemekte ve beklemektedir. Ancak kamudaki e-uygulamaların öncülüğünü yapmakta olan maliye idaresi bu konuda zaman zaman yetersiz kalmakta, sistem belli dönemlerde çökmekte ve veya e-uygulamalar üzerinde yapılabilecek bazı uygulamalar manuel olarak yapılmaya devam etmektedir.

Diğer taraftan, “poşet beyannamesi”nde olduğu gibi, görev tanımına girmeyen birçok konunun meslek mensupları tarafından yapılması istenerek hem iş yükleri artırılmakta, hem de motivasyonları gereksiz yere bozulmuş olmaktadır. Sık sık çıkarılan vergi afları ve yapılandırmalar ise meslek mensuplarını önemsizleştirmekle kalmayıp aynı zamanda iş yüklerinin gereksiz yere artmasına neden olmaktadır. Ek olarak, meslek mensuplarının da hakkı olduğunu düşündüğümüz Arabuluculuk yetkisi henüz meslek mensuplarına verilmemiştir.

Pandemi sürecinde de Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı vergi dairelerinde çalışan personelleri korumaya almak amaçlı dönüşümlü çalışma, elden yerine CD veya mail ortamında evrak iletimi gibi uygulamalara geçilirken, meslek mensupları bu olanaklardan yoksun durumdadır. Pandemi döneminde hayatını kaybedenlerin meslek gruplarında sağlık çalışanları birinci sırayı alırken, meslek mensupları ikinci sırayı oluşturmaktadırlar.

Tüm bu değerlendirmelere ek olarak, yakın zamanda kamuoyu ile paylaşılan “MASAK – Meslek Mensupları ile İlgili Sektör Raporu” gündeme oturmuş bulunmaktadır. Söz konusu raporda bize göre en çarpıcı bölüm SMMM ve YMM’lerin 5549 sayılı Kanun kapsamında kimlik tespiti ve şüpheli işlem bildirimi yükümlülüklerinin T.C. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 11.02.2015 tarih ve 2015/330 numaralı kararının TÜRMOB’a tebliğ edildiği 09.10.2015 tarihten itibaren başlamış olduğu ifadesidir. Devamında ise “Burada önemli olan muhasebecilerin her ay düzenli olarak 5 bin TL’nin üzerinde olan mal alım ve satımlarını göndermeleri değil, asıl o mal alım ve satımlarının içeriğine nüfuz etmektir ki, bu durumu sadece rakamsal veriler üzerinden karşılaştırma yapabilen Gelir İdaresi Başkanlığı tespit etmesi mümkün görünmemektedir. Mal alım ve satımlarının içeriğini, kimlerden alınıp kimlere satıldığını, ne tür meslek mensuplarının ne tür mal alım ve satımı gerçekleştirdiğini, gerçekte hangi rakamlar ve hangi miktarlar üzerinden alım satımın yaptığını, yani kısacası faturaların içeriğini ancak bunu kayıtlara geçiren muhasebeciler anlayabilirler.” tarzından bir gerekçe ile “ Meslek mensuplarının “Serbest Muhasebeci, Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Ve Yeminli Mali Müşavirlerin Çalışma Usul Ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in 57’nci maddesine göre “Kanunsuz İşlemleri Bildirim Yükümlülüğü” bulunmaktadır. Bu kapsamda, bağımsız denetçi olarak görev yapan meslek mensupları denetim faaliyeti sırasında tespit ettikleri mevzuat hükümlerine aykırı hatalı ve hileli işlemleri aynı zamanda MASAK’a şüpheli işlem olarak bildirmelidirler.” Şeklinde bir tavsiye kararı yayınlanmıştır.

Yani MASAK ta mali müşavirlerden, yeminli mali müşavirlerden ve hatta mesleğin değişik bir kolu olan bağımsız denetçilerden kimlik tespiti ve şüpheli işlem bildirimi istemektedir. Hatta bu konuda Meslek mensuplarının gerekli özeni göstermediklerinde altı çizilerek eleştiri konusu yapılmıştır.

Yani yapılan her yeni düzenleme ile sürekli artan bir iş yoğunluğu bizleri bekliyor. Ama bizlerin bu iş yüklerine tahammülümüz ne derece kaldı bunu sorgulamak gerek!